28 Ekim 2010 Perşembe

Cornelius Bischoff


Doğan Hızlan bugünkü yazısında bu yıl beşincisi gerçekleştirilen Ruhr Kitap Fuarı hakkındaki ilk izlenimlerini aktarmış. Fuarın bu seneki konusu "İstanbul'u dinliyorum". Hızlan, fuarın Selçuk Demirel tarafından hazırlanmış afişindeki kahve fincanına dikkatleri çekmiş, ben de başlıktaki kelime oyununu çok beğendim. "Lesen (okumak)" fiilinin emir kipi olan "Lies" hali ile İstanbul kelimesi birleştirilmek sureti ile akılda kalıcı bir görsellik yaratılmış. Sık başvurulan bir yöntem olmasına rağmen, yine de yaratıcı buldum.
Hızlan'ın yazısını okurken bir isim dikkatimi çekti: Başta Yaşar Kemal olmak üzere, Orhan Pamuk, Çetin Öner, Haldun Taner gibi Türk yazarların eserlerini Alman Edebiyatı'na kazandıran hukuk menşeli seksen iki yaşında bir çevirmen, aynı zamanda fuarın bu seneki onur konuğu. Bir tahminde bulunmam istenilseydi eğer, -bence- meşakkatli bir işe soyunmuş bu üstadın Türk olduğunu söylerdim, çünkü bir yabancının Türk Dili'ne Yaşar Kemal'in kitaplarını çevirebilecek derecede hakim olabileceği hiç aklıma gelmezdi. İşin iç yüzü ise hiç de öyle değilmiş. Şimdi kısaca Cornelius Bischoff'dan bahsetmek istiyorum.

1928 yılında Alman marangoz bir babanın ve Yahudi bir Türk annenin oğlu olarak dünyaya gelen Bischoff, 1939'da nazi rejiminden kaçarak ailesi ile birlikte Istanbul'a gelip, bugün artık sadece İstanbul Erkek Lisesi, (tahminimce) Avusturya ve Alman Lisesi gibi birkaç okulda  tamamlanabilen "Abitur" (yurt dışındaki lise eğitimine denk olduğu kabul edilen) eğitimini 1948'de tamamlamış. Sonrasında İstanbul Hukuk Fakültesi'nde başladığı hukuk eğitimini, ancak 1954'de Hamburg'da bitirebilmiş. Hukukçu olarak çalıştığı yılların ardından, 1978 yılında artık Türk Edebiyatı çevirmenliğine soyunmuş, iyi ki de böyle yapmış. Şu sıralar ise seneye çıkması beklenen "Teşekkürler Türkiye" isimli kitabının hazırlığı içindeymiş.

Kendi ağzından hikayesi Milliyet gazetesinde şöyle yer almış (yazının tamamı burada):
"Babam, 1920 yılında inşaat işçisi ve sendikacı olarak İstanbul’a gitmiş. Yahudi kökenli bir kızla evlendikten sonra Almanya’ya geri dönmüş. Daha sonra 1938 yılında babam, sonra da ben, kızkardeşim ve annem Türkiye’ye sürgüne gittik. Anneannem 500 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu’na sığınan Yahudi kökenli biri. Babam hep faşizme karşıydı. Nazi döneminde Türkiye’ye sığındık. İstanbul’da Alman okullarına gittim, daha sonra buralar kapatılınca Çorum’a gittik. Burada Türk arkadaşlarım oldu. Türkçe öğrendim. Daha sonra İstanbul’a dönerek Fransız Okuluna gittim. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine başladım. İkinci Dünya Savaşından sonra Hamburg’a geldim. Türkiye’de yaşadığım süre içinde Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk ile tanıştım. Hala onlarla iletişimim devam ediyor."
Açıkçası Bischoff'un hikayesini oldukça çarpıcı buldum, çünkü biz hep bunun tam tersi hikayeler duymaya alışığızdır: Türkiye'ye gelenler değil de, Türkiye'den Almanya'ya giden Türk işçiler örneğin. Bu zorlu hayat şartlarına rağmen (nazilerden kaçmaktan falan bahsediyorum!) kendine çizmeyi başardığı yol bence oldukça etkileyici, şahsen ben kendim için bazı dersler çıkardım. Milliyet'teki yazıda geçen şu kısımlar da, Almanya'da bulunmuş ve Almanların Türkler hakkındaki genel görüşünü az çok bilen bir Türk olarak beni ayrıca çok mutlu etti:
"Bischoff, sağlığının el vermesi durumunda İstanbul’da yaşamak istediğini de kaydederek, "Unutulmaz dostluklar kurdum, arkadaşlarım oldu. Türkiye güzel bir memleket; tarihiyle, kültürüyle, iklimiyle, gelenekleriyle... Türkiye’ye bize kapılarını açtığı için çok şey borçluyum"dedi.
Yaşar Kemal, Bischoff'u bakın nasıl tanımlamış: "Almanların en Türkü, Türkler'in de en Alman’ı"


Fuar ile ilgili olarak burada da bir haber görülebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...