bugün evden çıkayım azıcık gezeyim diye niyetlendim ama sabah karın ağrısı ile uyanınca yattı hali ile. gerçi bu işin bahanesi, istesem yine giderdim ama yalnız başıma gezmekten korktum sanırım. sokakta yürürken gözüme çarpan bir şeyi yanımdakini dürtüp "aaa baksana ne hoooş" falan diye gösteremem diye aklım çıktı. zaten trenler de çok pahalı, yakındaki iki "büyük" şehirden biri 15000 diğer, 26000 nufüslü olduğundan hangisine gideyim karar vermedim :) ve bu cumartesi gününü 6000'lik köyümde geçirmeye karar verdim. zaten dışarısı da soğuk, malum Alpler'deyiz, güneşli ama garip bir soğuk var.
öğlen zar zor kendimi dışarı attım, çarşıya gittim (çarşı: uzunluğu 50 metreyi bile bulmayan bir sokak, birkaç mağaza, Migros ve Coop marketleri). önce kitapçıya uğradım, raflara göz gezdirdim, bu esnada içime bir hüzün çöktü (hemen gelir zaten hiç gecikmez). ben burada ne yapiyorum yahu dedim, bu benim dilim değil, benim edebiyatım değil, bunlar benim insanlarım değil... hemen düşünceleri savuşturup kitaplara döndüm. çoook harika kapak tasarımlari olanlardan bazılarını aldım elime, içlerine baktım. biraz karşılıklı şımarttık birbirimizi. üşendim, arkalarını bile okumadım doğru düzgün. itiraf etmek gerekirse, sadece yazarların isimlerine göz attım, birazcık da kapak resmine falan. zengin ülke oldukları her şeye yansımış. Almanya'da da bu böyleydi, burada da. kitapların çoğunun cildi sert kapak, kağıdı pürüzsüz, baskı kalitesi harika, harfler net. yani ne yazarın, ne de basımcının ucuza kaçmak gibi kaygıları olmadığı çok açık. diledikleri gibi tasarlamışlar görselliği ve kitabı istedikleri kalitede basmışlar. pahalıya gelir, vatandaş alamaz gibi bir korkuları olmamış çok belli. kendime, eve gelip de iyice bir inceledikten sonra aslında bana çok da fazla yeni şey söylemediğini fark ettiğim pilates hakkında bir kitap aldım. kitabın yazarı bir balerinmiş, ağır bir trafik kazası geçirdikten sonra pilates ile ile iyileşmiş sonra da pilates hocası olmuş. sonra Migros'a girdim, ikinci katı resmen coşturmuşlar, binbir çeşit yılbaşı süsü, herşey kırmızı beyaz... marketin önünde çeşitli boyutlarda yılbaşı ağaçları satın alınıp bir ailenin salonuna kurulmayı bekliyor. bir iki parça birşey aldıktan sonra, evin yakınındaki markete de uğradım. malum pazarları heryer kapalı Avrupa'da (sinir oluyorum bazen) eksikleri tamamlamam gerekiyordu. eve gelince kendime güzel bir pizza yaptım ayıptır söylemesi (altı saattir midemde, sindiremedim hala), yanına da soğuk bir bira açtım.
az önce de Eat, Pray, Love'ı izledim, o kadar da abarttıkları kadar yoktu bence. hatta içimden bir his kitabının daha güzel olduğunu söylüyor (bugün aldım kitapçıda elime ama bıraktım, kim okuyacak şimdi onu Almanca). az önce tiramisu yedim (çok kilo alıyorum ama tek mutluluğum yemek yemek bu günlerde) şimdi bir film daha izlerim herhalde. sonra da Filipinler'de sabah olacak, arkadaşım arayacak. biraz onunla konuşur yatarım. yarın da tez için biraz çalışmam gerekiyor. bir cumartesi günü de böyle sakinlik içerisinde geçti işte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder