yedi buçuk ay önce geldiğim alplerin kucağını yarın sabah terkediyorum. bilmiyorum kaçıncıya tıka basa doldurmaya çalışıyorum şu an şu bavullara neyim varsa. sığmıyor ama işte yine, sığmıyor. anılar taşıyor kenarlardan. defalarca şehir değiştirdim, birşeyden mi kaçıyorum, birşeyi mi kovalıyorum hiç bilmiyorum. gitmek geliyor içimden sadece, bir yerler hep beni çağırıyor, hayatı ıskalamaktan ölesiye korkuyorum ve nerede değilsem tam da orada iyi olacakmışım gibi geliyor. bu düşünce hastalıklı, mutluluğu erteleme manyağı yapıyor insanı. belki de ben sahip olunanlarla nasıl mutlu olunur unutmuşum ve kendi kendime böyle bir oyun uydurmuşum. "şu da olsun tamam, bunu da halledeyim ondan sonra çok kıyak olacak" nidaları eşliğinde ilerliyorum; herşeyi (sınavlar, belgeler, başvurular, raporlar, tezler vs...) hallediyorum kalan son enerjimle birer birer de bir şu çok beklediğim mutluluk gelmiyor. bir görünüp kayboluyor. artık zaman zaman varlığından bile şüpheye düşer oldum.
aşkta da böyle bu, kalktık kalbimizi işi gereği sürekli yollarda olması gereken birine kaptırdık. olmadı bu hiç, biliyorum ama işte hayatta ne kusursuz ki sanki? iç dünyam karmakarışık, çok sorular var, cevaplar çok subjektif. bilemedim. istanbul bana iyi gelir diye avunarak geliyorum.
istanbul geçmişi mi temsil ediyor, geleceği mi. bu önemli.
YanıtlaSilişte keşke bilebilsem...
YanıtlaSilaraf olsa gerek
YanıtlaSilki bu en kötüsü.