hem hakkında yazmak istiyorum hem de yazarken dün kapıldığım dehşeti yeniden hissetmekten korkuyorum. Kaplanoğlu'nun Bal'ını izlemeyi bitirip son sahnede hıçkırıklarla ağlarken hayatımda izlediğim en dramatik film olduğunu düşünmüştüm ama dün "kaplumbağalar da uçar ('Lakposhtha hâm parvaz mikonand')"ı izleyince yanıldığımı anladım. öyle ki son film bitip de ekranda oyuncuların isimleri akmaya başladığında (sanırım Arap-Fars alfabesi ile yazılmış Kürtçe) boğazımda bir yumru ile kalakaldım. ağlayamadım bile. "bunlar gerçek değil, film sonuçta, kurmaca yani" diye kendimi avutmaya çalıştıysam da bir faydası olmadı, zira filmde geçen hikaye gerçek olmaya çok müsait. hatta biri çıkıp da bana "bunlar savaş zamanı orada gayet de yaşanmış şeyler ki" dese şaşırmam ama yaşanan bu virane çaresizliğe de inanmamak için direnirim.
sarhoş atlar zamanı'ndan tanıdığımız İranlı Kürt yönetmen Bahman Ghobadi bu filmde bizi 2003'te Amerika'nın barış ve insanca yaşam götürmek (!) vaadiyle Irak'a girmesinden hemen önceki bir zaman dilimine götürüyor. bu girizgah size filmin başrolünde askerler, tanklar, direnişçiler ve silahlar olduğunu düşündürmesin. film, işgal esnasında Irak'ın Kürt bölgesinde Türkiye sınırına yakın bir yerdeki çocukların trajedisini konu ediniyor.
çocukların arasından herhangi birini seçip de başrol oyuncusu budur diyemeceğim zira her birini iç parçalayıcı birer rolü üstlenmiş durumdalar ve bunun altından öylesine başarılı bir şekilde kalkmışlar ki. ana hikayenin Agrin (esaskız) ve Hengov'un (kızın abisi) etrafından döndüğünü söylemenin yanlış olmayacağı kanısındayım. tabi gönlümüze taht kuran Uydu'yu da es geçmemek gerekir. filmi izlemek isteyeceklerin hevesini kaçırmamak adına spoiler vermeden kısaca ana karakterlere değineceğim:
Uydu: küçük yaşta koca adam olmuş, ekmek parası için köylülerin bahçelerindeki mayınları toplayan ve bu uğurda kolsuz bacaksız kalmış çocukların film boyunca peşinde koşturduğu bir nevi organizatör/abi. çocukların topladığı mayınları silah kaçakçılarına satmalarına aracı oluyor. asıl işi ise köy köy gezip çanak anten takmak ki bu lakabını nasıl aldığını açıklıyor. küçük yaşına karşın sözü geçen, hitabet yeteneği gelişmiş bir tip. film boyunca esaskız Agrin'e olan aşkının yanısıra yufka yürekliliğini de sergilediği birçok sahne ile de karşımıza çıkıyor. on üç-on dört yaşlarında.
Agrin: hikayesinin iç yüzünü filmin ortalarına doğru öğrenince kanımızın donduğu yine on üç-on dört yaşlarında bir kız. kardeşi (ya da abisi) Hengov ve Riga bebek ile Halepçe'den kaçıp filmin geçtiği köye gelmiş. (Saddam'ın kimyasal silah kullanarak 6000 Kürt'ü öldürdüğü katliamdan kaçmış olabilirler)
Hengov: kollarını -muhtemelen- mayın çıkarırken kaybetmiş. geleceğe dair kehanetlerde bulunan esrarengiz bir çocuk.
Pashow (onun da bir bacağı yok, koltuk değneği ile film boyunca oradan oraya koşturup Uydu'yu memnun etmeye çalışıyor) ve Shirkooh (çok ağlak ama şirin) Uydu'nun sağ kolu görevini üstlenmiş durumdalar.
Flmi izlemeye Kürtler'i, Irak'ı ve Saddam rejimini, filmin geçtiği yerleri, konuşulan dili bir an olsun unutarak başlayın. dünyanın herhangi bir yerinde belki de tam da şu anda yaşanmakta olan bir gerçekliğe tanık olur gibi izlemeye çalışın. ilk anda sanılanın aksine, çok daha evrensel başka bir boyut anlatılıyor çünkü.
şuradan sigara yanıkları blogunda yer almış bol spoilerlı bir yazıya daha ulaşabilirsiniz. künye, ödül adaylıkları ve ödülleri de sözlükten okuyalım.
hamiş: yönetmen filmi herkes görsün istiyormuş (yapılan bir röportajın yalancısıyım), paylaşılmasında bir sakınca görmüyormuş. terbiyesizlik yapıp paylaşacağım.
bu film ömrümden ömür götürdü. çok fena oldum izlerken! yönetmenin başarısı kadar çocuklarınki de görülmeye değer.
YanıtlaSilSimdi seyrettim. Cok etkilendim, cok uzucu...
YanıtlaSilbeğenmenize sevindim. iyi ki bahsetmişim.
YanıtlaSil