30 Kasım 2012 Cuma

kelime oyunu

bilenler bilir, haftaiçi her akşam (ve duruma göre bazen haftasonunda da) bloombergHT kanalında kelime oyunu diye bir yarışma var. ailecek bayılıyoruz! televizyon izlemeyen sıradan biri kişisine bile televizyon açtırır o derece. hatta işi abartıp katılmışlığım bile var nisan ayında :) sunucu İhsan Bey gerçekten de ekran başında ne ise kamera arkasında da aynı... o kibarlık, mütevazilik... hastasıyımdır kendisinin. adamı görünce moralim düzeliyor. bir insan yarışmacılara bu kadar mı moral ve kopya verir arkadaş! eğer özel hayatında da böyle ise eşi yaşamış vallahi... benim gibi karamsarlığa meyilli bir bünyeye böyle pozitif bir şahıs kesinlikle gerekli :)
katıldığım gün gün birincisi oldum (öhöm) ancak hafta birinciliğine oynarken bir sonraki turda ay birincisi olacak psikopat bir amcaya (adam 1300 tane yedek parçayı numaraları ile birlikte ezbere falan biliyormuş) yenildim... (ne kazandın diye soranlara: 3 kitap) abi ise 7000TL küsür birşey aldı. ama hak da etti bence...
BloombergHT Turksat uydusunda çıkıyor, bence akşamları değerlendirmek için çok güzel bir alternatif hele ki kelimelere ilginiz var ise...
şiddetle tavsiye ederim.
bana gelen sorulardan biri

29 Kasım 2012 Perşembe

akşamın en keyifli anları

günün en keyif aldığım anları tam da bu saatler... eve gelmeyi iple çekiyorum. gelir gelmez kaloriferimi yakıyorum ve laptop'umu masasına kurup L koltuğumu kuruluyorum...

takipçisi olduğum bloglara öncelikle google reader'dan bir göz atıyorum. yeni yayın sayısı fazla ise sevincim bir o kadar artıyor! yayınları blogun kendi sayfasından okumayı sevdiğim için eğer yayın ilgimi çekiyorsa hemen yeni sekmede açıp okumaya başlıyorum... kitap, film ve mekan önerileri en çok ilgimi çeken yayınlar oluyor. ve de değişik ve orijinal olan her ne varsa.

bu anlarda sıcak bir içeceğin bana eşlik etmesini seviyorum... kimi zaman sahlep, nescafe; kimi zaman ise bir bitki çayı. şu anda yabanmersinli lipton var bardağımda örneğin.

hayat bir şekilde herşeye rağmen güzel... buddha bar ile ayrı bir güzel :)


Bliss by Breathe on Grooveshark

27 Kasım 2012 Salı

kalemlerim ve ben

ben bir kalem delisiyim. uçlu kalemlere özel bir zaafım var. evde halen ilkokul 4-5ten kalma; şimdinin çin malı gibi ucuz olmayan; o zamanların kaliteli tombow marka uçlu kalemlerinden var bir tane mesela. ama ucunun ucu çıkıp kaybolduğu için çalışmıyor...
o yıllarda rotring ve tombow manyaklığı vardı. gel gelelim özellikle tombow'lar şimdiki gibi dandikten değildi. çok iyi hatırlıyorum; ilkokul 5 te 500.000lira simli siyah olanlarından bir tane almıştım kendime. iyi paraydı o zaman. öyle ikide birde kaybedip yeniden alamazsın yani. tombow'su rotring'i olan çocukların ayrı bir karizması olurdu.
siyah olan yıllar sonra bir gün takside unutulan bir çanta içinde gitti... şu anda elimde 0.7uç bahsettiğim yarı bozuk sarı renk sağlam tombow'dan var sadece...
ilkokulu anadolu lisesi takip etti... ah o şahane günler! benim en güzel günlerim şüphesiz ortaokul ve liseyi okuduğum o muhteşem anadolu lisesinde geçmiştir... o günlerde de okulun karşısında -halen varlığını sürdüren- aşırı derece sabırlı ve öğrenci canlısı abilerimizi çalıştığı (belki de sahipleridirler) baturay kırtasiye'miz... sabahları servisten inip hızlıca bir göz attığımız, benim gibi kalem fetişi insanlar için bir cennet niteliği taşıyan o kutsal mekan :)  işte o günlerde yavaş yavaş eski ince rotring tikky'ler girmeye başladı hayatımıza... şimdi karaborsada bu kalemler. satan bir yerler bulsam her renginden hemen birer tane alırım, hatta ikişer :) cinayet işlerim uğruna bunların ben!

fotograf: gittigidiyor.com


aslında şimdilerde uçlu kalemleri pek nadir kullansam da (kitap okurken alt çizme-not alma) bu kalemlere sahip olmak beni çok mutlu ediyor. koleksiyonerlik böyle bir şey olsa gerek. belki de eskiye ait şeyleri akılda tutarak bir nevi o zamanlara ait bir anıyı dondurduğumuza inanıyoruzdur. o zamanların gerçekliğini pekiştirip delirmediğimize falan olan kanıtlarımızdır bunlar.
örneğin bu güzel ince rotringlerin sarısından var bende bir tane ve aslında çocukluk aşkımın kalemi. ben simli tombow'mu ona vermiştim, o da sarı rotringini bana. üniversiteye hazırlanırken o sarı kalemi ile test çözdüğü zamanları halen hatırlıyorum... sene 2000 falandı herhalde :)
kahverengisini de geçenlerde ebay.de üzerinden bulup arkadaşlar vasıtası ile Almanya'dan getirttim. bu hareketlere devam etmekte bir beis görmüyorum :) 
bir ara evdeki kalemlerimin fotolarını da çekip blogda paylaşırım belki ama aşırı mahremime girebilir diye düşünüyorum. ne de olsa onlar benim koleksiyonum :)
iç çamaşırı çekmecemin fotoğrafını düşünmeksizin paylaşırım; -ama kalemlerim!- bir düşünmem lazım :)

dolmakalemler ile ise önceleri mesafeli bir ilişkimiz oldu. babamın birkaç dolma kalemi olduğunu hatırlıyorum (hatta arasam evden kesin çıkar bir yerlerden). sonrasında o kalemleri doldurmaya çalıştığımı falan gibi kareler var aklımda hayal meyal ama aslında benim bu muhteşem kalem grubu ile tanışmam kendime eşek kadar olduktan sonra Almanya'da okurken aldığım LAMY'im ile oldu (yaş bu arada 2007 falandır).kısıtlı öğrenci bütçem ile o zaman indirimde olan gövdesi mavi; metali kırmızı renginden edinebilmiştim. şu an renginden pek de memnun değilim ama ilk göz ağrım olduğu için kullanmaya devam ediyorum. ikinci LAMY'me kavuşmam sene başı idi sanırım, kendime bir kıyak geçip parlak siyah bir LAMY edindim yine ebay.de üzerinden... bunun da arkası gelecek gibi duruyor. 2 adet de ucu kırmızı dönüştürücülerden sipariş vermiştim. onlarla kullanıyorum. siyah olanı daha kıyıp da kullanmaya başlayamadım. maviyi de uzun zamandır kullanmıyordum mürekkep yokluğundan ama banasikcayaz'in sitesine baka baka dayanamadım ve dün gidip nihayet pelikan marka königsblau mürekkep aldım, dönüştürücüyü doldurdum ve dolmakalemin keyfini çıkarmaya başladım! bugün iş yerinde resmen yazı yazmak için bahaneler yaratıp durdum kendime...
dün gece de şöyle birşeyler karalamışım kalemin kağıt üzerinde kaymadığına takıp :



25 Kasım 2012 Pazar

Vikitap - Kitapseverler için Sanal Kütüphane

bu günü evde tembellik yapmaya ayırdım... inşallah internetten başımı kaldırabilirsem kitap okuyacağım ve bir de film izlemek istiyorum... sabahtan beri bloglar arasında geziniyorum, bir sürü güzel blog buldum ve bir de çok yararlı olduğunu düşündüğüm bir site keşfettim. muhtemelen birçok kiişi biliyordur ama benim ancak bugün haberim oldu. goodreads'in Türkçe versiyonu gibi bir site. hatta goodreads ile ilk tanıştığımda "yahu bu sitenin Türk versiyonu olsa ne harika olurdu" demiştim. meğer varmış da benim haberim yokmuş.
uzun lafın kısası, tahmin edebileceği üzere kitap bir nevi kitap facebook'u gibi birşey. okuduğunuz kitapları girebiliyorsunuz, kütüphanenizi oluşturuyorsunuz, kim neyi okumuş, hakkında ne demiş gibi bir sürü özellik var. halihazırda okuduğunuz kitap nedir, sevdiğiniz türden başka hangi kitaplar var gibi özellikler de var. bu yönü ile kitap seçmekte de yardımcı oluyor.
illa üye olmak zorunluluğu yok,  facebook hesabı ile de giriş yapmak mümkün. liste tutmakta zorlanan benim gibiler için güzel bir sanal kütüphane ve paylaşım platformu.
iyi pazarlar.

tıklayın

kitap kurdu böjük'ün kasım ayı kitap çekilişi

görsel: kitaparsivim.blogspot.com
blogger'cılar çok aktif, ben biraz utanıyorum aslında blog camiasından kimse ile yüzyüze tanışmamış olduğumdan dolayı. bir mimlemeler, bir çekilişler, kart göndermeler bir şeyler :)
belki bu vesile ile bir blogger ile tanışma fırsatı bulurum diyerekten, kitap kurdu böjük'ün kasım ayı için yaptığı kitap çekilişini paylaşmak istiyorum:

http://bojukandperik.blogspot.com/2012/11/tk-tk-tk-kasm-ay-cekilisimiz-baslamstr.html

kitaplar:


takipçi sayım biraz fazlalşınca ben de bir çekiliş düzeleyeceğim yahu çok imrendim :)

herkese bol şans!

24 Kasım 2012 Cumartesi

yaşamın anlam ve amacı - alfred adler

"yaşamın anlam ve amacı"'na çok iddialı bir ismi olduğundan biraz temkinli yaklaşmıştım. arka kapak yazısında da şöyle diyerek iştahımı kabartmıştı kitap aslına ama keşke biraz daha araştırıp öyle alsaymışım.
Yaşamın Anlam ve Amacı, Alfred Adler'in İnsanı Tanıma Sanatı ve Yaşama Sanatı'ndan sonra "Bireysel Psikoloji Kuramı" üzerine üçüncü önemli yapıtı.

Yalnızca psikolojiyi uğraş edinenlerin değil, herkesin kolaylıkla okuyup anlayabileceği bir dille kaleme alınan yapıt, bireysel ve toplumsal sorunları irdeleyerek günlük yaşamda karşılaşılan sorunlara çözüm önerileri sunuyor.

Çocuklukta yaşanan olayların yetişkinlikteki rolü, kompleksler, korkular, aile ve okulun çocuk üzerindeki etkisi, çocuğa ilk cinsel bilginin veriliş biçimi ve yetişkinliğe etkisi, kadın-erkek ilişkileri, evlilik gibi pek çok konuyu ele alan Yaşamın Anlam ve Amacı, kendisiyle ve sevdikleriyle daha iyi ilişkiler kurmak isteyenler için önemli bir yol gösterici.
aslında psikoloji ve psikiyatriye ilgim vardır, bir Irvin Yalom hayranıyımdır örneğin... ancak bu kitapta yolunda olmayan bir şeyler vardı benim için. bir kere yoğun kuramsal bir eser. bölümler halinde çocukluk merkezde olmak üzere sürekli olarak bir şeyleri irdeliyor, yorumlarda bulunuyor, iddia ediyor, salık veriyor... kitapları yarıda bırakma taraftarı değilimdir asla, en azından emeğe saygı açısından okumaya çalışırım sonuna kadar ama bu kitap sınırlarımı zorladı. ilgimi çeken birkaç bölümü okudum ve rafa kaldırıyorum.

Alfred Adler ekşisözlük'ün yalancısı olduğum kadarı avusturyalı hekim ve psikologmuş.... freud'un önce öğrencisi, sonra da meslektaşı olmuş.... 1929'dan sonra new york'a yerleşmiş ve akademik çalışmalarını bu şehirde sürdürmüştür...
1870de doğmuş ve 1937'de sizlere ömür olmuş... kitapta bahsettiği bazı olgulara getirdiği yorumlar biraz demode gibi geldi bana. bununla birlikte adam baba doktorlardan biri sayılıyor. bireysel psikoloji ekolünü kuran ve eksiklik duygusu terimini ortaya ilk atan kişiymiş. eminim ki önemli bir şahsiyettir ancak sebebini anlayamadığım bir şekilde kitaptaki anlatım bana çok dağınık geldi ve bazı kısımlarda ana olarak neyi savunduğunu ve varmak istediği yerin neresi olduğunu anlamakta güçlük çektim. belki de çeviri iyi değildi veya kendisi iyi bir anlatıcı değil...
kitaba ölümüne çamur atmayayım, iyi bir şeyler de tabii ki buldum kendime.
1937de hayata gözlerini yumduğunu göz önüne alırsak, çağının düşünce yapısının ötesinde şeylerden de bahsetmiş kitabında. evlilik ile ilgili kısımda örneğin şöyle şeyler yazmış:
syf: 267

(...) iki kişilik bir toplulukta iki taraftan hiçbiri ötekine hizmet eder konumda bulunamaz. birinin hükmetmek ve ötekini itaate zorlamak istemesi durumunda, iki insanın verimli bir birlikteliği kurabileceği düşünülemez. günümüz koşullarında pek çok erkek hatta kadın ailede hükmedip emredecek, önder rolü oynayacak, sözünü geçirecek kişinin erkek olması gerektiği inancındadır. pek çok mutsuz evlilikle karşılaşmamızın nedeni de işte budur. hiç kimse öfke ve nefret duygusuna kapılmadan bir başkasının kendisi üzerindeki tahakkümüne katlanamaz. hayat arkadaşlığı yapacak kişilerin eşit haklara sahip olmaları gerekir ancak o zaman önlerine çıkacak güçlükleri yenebilecek güce kavuşurlar. (...)



23 Kasım 2012 Cuma

internetten kitap alışverişi

başımdaki ağrıyı saymazsak sakin bir cuma akşamı.  battaniyemin altında sahlebimi yudumluyorum ve itiraf etmek gerekirse daha şimdiden uykum geldi :)
takip ettiğim bloglarda herkes kitap fuarından ve aldığı kitaplarıdan bahsetmiş; nasıl imrendim anlatamam :(
aslında geçen haftasonu istanbul'daydım, üstelik de tüyap'a gitmek yapılacaklar listesinde baş sıradaydı... ama sonra içimdeki bir ses "sadece 2 güncük istanbul'dasın, şimdi bunu da tüyap'a gitmek için yollarda mı harcayacaksın?" dedi ve ben o sesi dinledim... aslında bakırköy'den kalkan servise binip gidiverirdim ama geri dönüşte sıra olabiliyor ve beylikdüzü çok rüzgarlı, zaten sırtım tutuk, daha da beter olurum diye bir cumartesi günümü evde heba ettim... 
herkes fuarın çok uzak oluşundan yakınmış, haklılar da bence... hele ki türkiye gibi yılda 6 kişi başına 1 kitap düşen bir ülkede bence ne yapıp edip böyle bir fuarı insanların yakınında tutmakta fayda var.
mart'ta bursa'daki fuara artık kısmet...
e hal böyle olunca ben de "kitap hasretimi internette bastırayım bari" diye birkaç popüler internetten kitap satışı yapan siteden almayı düşündüğüm kitapların fiyatını kontrol ettim. 
diğer blogger arkadaşların bir çoğunun da belirttiği gibi genel kanı d&r'ın sitesindeki fiyatların en uygunu olduğu yönünde. 50TL üzerine ücretsiz kargo seçeneği ve world'e özel peşin fiyatına 12; Bonus, Axess, Maximum, Advantage, CardFinansa ise peşin fiyatına 6 taksit fırsatı sunuyorlar. 
23 kasım itibari ile %70lere varan indirimlerden bahseden ve sanal kitap fuarı ilan eden ideefix'te ise fiyat açısından bir farklılık olmadığı gibi 150TL üzerine ücretsiz kargo var! siteleri de bir garip, bir sipariş listesi yapsan bile (toplam fiyatı görmek için mesela) üye olmadan göremiyorsun... neredeyse tüm kartlara peşin fiyatına 2 ila 8 taksit seçeneği varmış ama bu bilgiyi site içerisinde biraz kurcalayıp gezerek bulabiliyorsun (siteyi sevmedim özetle)
doğrusunu söylemek gerekirse sitelerdeki fiyatlar arasında 3-5TL fiyat farkı oluyor gibi gözüküyor. kimisinde kitaplar ucuz, kargo var; kiminde kitaplar biraz daha fazla ama kargo ücretsiz... ya da kredi kartına taksit seçenekleri gibi cazip teklifler var. 
almayı düşündüğüm aşağıdaki 8 kitap için d&r 112TL civarı bir fiyat çıkarırken; kitapyurdu kargo dahil 106TL dedi...  benim için kitapyurdu kazanan site oldu gibi :)
kitap alma yasağım var; yok yok almayacağım kesinlikle ;)

öylesine biri de kendi blogunda kapsamlı bir inceleme yapmış.




utanmadan yatmaya gidecek haftanın yorgunu bir insancık kanepesinden bildirdi.

20 Kasım 2012 Salı

Midnight at Paris

Bursa'da özellikle Nilüfer ilçesinde birçok kültürel faaliyet oluyor. 5-6 tane kültürevi var ve bunlardan bir tanesi benim evime çok yakın. burada zaman zaman çok güzel etkinlikler oluyor. geçenlerde ferzan özpetek filmleri haftası varmış, kaçırmışım... şahane misafiri izlemeyi isterdim.
bu hafta ise woody allen filmleri haftası var. yedi gün boyunca 4 filmi farklı seanslarda gösteriyorlar. yetişkin 5TL, öğrenci 3TL. salon sinema salonlarını aratmayacak derecede konforlu.
iş çıkışı kendime bir kıyak çekip 18:00 seansına gittim ve "Midnight at Paris" filmini izledim.
Allah'ım o ne kadar şahane bir filmdi öyle! resmen bayıldım.
esaskızın ağzını kırasım geldi mütemadiyen. o nasıl bir şeydir öyle yahu.
Bazen kendi kendime düşünürüm, henüz keşfedilmemiş süper şeyler var mıdır acaba diye. müzik örneğin... olmamış olduğunu düşünsenize... ya da sinema.
kişiler için de düşünürüm aynı şeyi bazen, örneğin woody allen olmasaydı, onun çektiği filmler de olmazdı ve sinema tarihinde büyük bir boşluk olurdu. üstelik bizim bundan haberimiz bile olmazdı!
içindeki sesi dinlemeyip manav olsaydı örneğin !?

tanıdığım insanların çoğu tek bir insanın dünya üzerinde pek bir fark yaratamayacağını düşünme eğilimindedirler ama ben bu düşünceye katılmıyorum. zira tek başına ülke kuran var, filmler çeken var, çocuklar için bir şeyler yapmaya çalışanlar var... bence bir insan çok büyük bir fark yaratabilir ve hatta dünya üzerinde fark yaratabilecek bir canlı var ise; o sadece insandır.
son filmi "Roma'ya sevgilerle"yi de dört gözle bekledim ama Bursa Korupark'ta vizyona girmedi. Şansıma yarın akşamki gösterimde var!
işte bunlar kalorifere yapışmış üşüyen bir insanın kafasından geçenlerdi.

19 Kasım 2012 Pazartesi

Savaşçı - Doğan Cüceloğlu

ben en çok yollarda kitap okurdum ve de geceleri yatmadan önce. işin eve yakın olmasının nasıl bir dezavantajı var derseniz "kitap okuyamamak" diye cevaplarım. almanya'da ucuz ve temiz olduğu için seçtiğim yurt okuluma tren ile 35dakika uzaklıktaydı ve bu her gün en az 1 saat kitap okumak demekti benim için. Türk kitapları satan internet sitelerinden koli koli kitap satın alıp okuyor ve onları bir de İstanbul'a taşıyordum!
şimdilerde ise yollarda kitap okumak ne yazık hayal oldu çünkü işime çok yakın oturuyorum. hal böyle olunca kitap okumak için ekstra bir çaba sarfedip yatağa erken gitmeyi başarsam da çok değil 10-15 sayfa sonra gelen uykuma yenik düşünüyorum. çalışma hayatı gerçekten de yorucuymuş! ben okurken mezun olmuş çalışan arkadaşlara bize ayak uydurmaları için ısrar eder, haftaiçleri birşeyler yapmak istemeyenleri içi geçmiş olmakla suçlardık. şimdi onları çok iyi anlıyorum çünkü insan haftaiçi o kadar yoruluyor ki, tek istediği kendini eve atıp dinlenmek oluyor. ülkem çok çalışkandır çünkü benim ve birçok avrupa ülkesindekinden daha fazla çalışır (haftalık çalışma saati almanya'da 35; isviçrede 41dir örneğin; ki bence verilmli kullanıldığında gayet de makul bir süredir bu. kanımca kafa çalıştırmayı gerektiren işleri Türkiye'de üst sınır olan 45saat -yani günde 9 saat- yapamazsın zaten.)
günüm aşağı yukarı şöyle akarken:
06:15 saatin çalması.
06:35 kalkmamak için binbir türlü hareket sonrası kalkmak
07:02 servise biniş
07:12 fabrikaya varış
07:30 mesainin başlaması
17:15 mesainin bitmesi
17:50 eve varış.

... eskisi kadar çok kitap okuyamadığımı fark ettim ve bir takım önlemler aldım:
saat 22yi gösterdiğinde evde isem mutlaka yatağa doğru seyirtiyorum.
kitabı elime aldığımda kendimi bir yoklayıp uykululuk durumuma göre sayfa sayısına bakıp, sayfa 50deysem örneğin bu gece 60a kadar geleceğim diyorum.
elimdeki kitaplar bitene kadar kendime yeni kitap almayı yasakladım.

şimdilik aklıma gelenler bunlar. önerilere açığım :)

aylardır elimde sürünen ve bu yaşıma kadar nasıl olup da okumadığım için kendimden utandığım "Savaşçı" sonunda bitti. hakkında yorum yapmak yersiz, kendini kanıtlamış harika bir kitap. ölmeden önce okunması gereken 73984 kitap tarzı listelerde mutlaka olması gereken bir yol gösterici. iş hayatına dair çok çıkarımlarda bulundum kendi adıma. Arif Öğretmen'i özleyeceğim.


giriş yazısından:

"e.e.cummings der ki; Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada,kendin olarak kalabilmek,dünyanın en zor savaşını vermek demektir.Bu savaş bir başladı mı,artık hiç bitmez!..."

14 Kasım 2012 Çarşamba

nem ve ısı ölçer

uzunca bir süredir tchibo'nun müdavimi oldum... hele bayram öncesinde istanbul zeytinburnu'ndaki olivium alışveriş merkezindeki outlet şubesindeki %50lik indirimden dükkanı kaldıralıberi bağımlılığım iyice arttı. orijinal şeylere olan ilgimden dolayı her çarşamba satışa sunulan yeni temalarını dört gözle bekliyorum, email duyurularına abone oldum ve hatta almanya sayfalarını bile takip ediyorum, çünkü orada satışa çıkan tema 2-3 hafta sonra türkiye'de başlıyor.
malum bugün çarşamba ve ben iş çıkışı dayanamayıp yine uğrayıverdim. bu hafta sağlıkılı yaşam gibimsi bir tema var. eve iç ortamın nemini ve ısısını ölçmeye yarayan bir thermohydrometre aldım (bu ismi de şimdi uydurdum). bir keresinde bir yerde ortamların nem miktarının hissedilen sıcaklık üzerinde büyük etkisinin olduğunu ve örneğin 25derece az nemli ortamın 20derece ama uygun nemde ortamdan çok daha az konforlu hissedildiğini okumuştum. yani diğer bir deyişle iç ortamlardaki sıcaklığı ve nemi optimum aralıkta tutarak enerjiden tasarruf etmek mümkün ve böylece doğalgaz faturası biraz daha az gelir.
kadran üzerinde optimum aralıklar işaretli ve duruma göre kalorifere suluk takmanız ya da odayı havalandırmanız gerekiyor.
kışın evde psikolojik olarak üşüdüğüm zamanlarda termometresine bakıp beynimi ortamın aslında sıcak olduğuna ikna etmekte kullanmayı planlıyorum :)

fiyatı: 24,95TL

13 Kasım 2012 Salı

Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası (BBDSO)

bugün iş yerinde bir arkadaşın tavsiyesi üzerine gelecek perşembe Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestraı'nın vereceği konsere bilet aldık.

15 KASIM 2012
“Film Müzikleri Konseri”
YER: ATATÜRK KONGRE VE KÜLTÜR MERKEZİ MERİNOS
SAAT: 20.00
ŞEF: Ender SAKPINAR
Ender SAKPINAR


Program Film Müzikleri. Çok güzel olacağını umuyorum zira orkestra bu sene bir de ödül almış:

"2012 Donizetti Klasik Müzik Ödülü Bursa‘nın
Türkiye’nin klasik müzik dergisi Andante’nin organizasyonu ile Beyoğlu Belediyesi’nin ev sahipliğinde, KÜSAV Vakfı’nın destekleri ile düzenlen “2012 Donizetti Klasik Müzik Ödülleri Töreni”, İstanbul Rahmi M. Koç Müzesi'nde sahiplerini buldu.
Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası (BBDSO), ‘Yılın Orkestrası Ödülü’nü Bursa’ya getirdi."

Donizetti'nin hikayesi Osmanlı devleti ile ilgili olduğundan ayrıca ilginç ve şuradan okunabilir. 

İşyerinde arkadaşlar ile bir de cahilliğimize güle güle filarmoni ve senfoni orkestra arasındaki fark ne ola ki diye birbirimize sorduk, bilemedik, eve geldim baktım, şöyle ki:
belirgin bir fark yokmuş, gayrı resmi olduğunu düşündüğüm yorumlara göre bir şehirde ilk kurulan orkestraya senfoni, ikincisine ise karışmasın diye filarmoni diyorlarmış. bir de senfonik müzik (örneğin senfonik metal var şaka gibi) var ama filarmonik müzik diye birşey yok diyenler var... tabi yine bir bilene danışmak lazım.

11 Kasım 2012 Pazar

2012 bitmeden...

yılın bitmesine sadece 7 hafta kalmış! bu sene ne kadar da çabuk geçip gitmiş inanamadım.
2012'de benim için öngörülmesi zor olaylar gerçekleşti. artık öğrenciliğim bitmişti ve başıma neler geleceğini pek bilmiyordum. ülkeye dönmüştüm, üstelik de öyle enine boyuna düşünmeden türkiye'de mi yoksa yurtdışında mı yaşamak istediğimi. üç aylık pek de iyi olmayan bir ilk iş deneyiminin ardından şubat ayında iş değiştirdim. sanırım şu an Türkiye'de çalışabileceğim benim için en uygun olan firmadayım. ocak ayındaki doğumgünümde kendime bir fotoğraf makinesi hediye ettim ve fotoğraf kursunu tamamladım (sertifikam bile var :) ). mart ayında  -yeni işime başladığımın 5. haftasında ve tuttuğum eve taşınmamın 2. gününde müteahhit azizliğine uğramak sureti ile- sol ayak bileğimi kırdım ve 34gün civarı alçıda kaldı. istanbul'a annemin yanına gittim, iyileşince geri döndüm ve eve yerleşme işlerini tamamladım. sonra bir süre sakin gitti, aralarda istanbul-bursa arası mekik dokudum. ayağım biraz iyileşince istediğim bisikleti sonunda aldım ve yazın çok çok bisiklete bindim. hatta 30 ağustos'ta antalya bisiklet festivali'ne gittik ve orada bir sürü yeni arkadaş edindim, 4 gün çadırda kaldık ve deliler gibi bisiklete bindik. iki kez trekkinge gittim, sonra 1. yalova bisiklet festivaline katıldık... orada da gürkan genç ile tanışma fırsatı yakaladım... sonra yine hep bursa-istanbul-bursa... ara ara fotoğraf makinemi alıp bir şeyler çekmeye çalıştım...sonra yaklaşık 2 ay önce kendime şirin mi şirin bir twingo aldım... su yeşili... şöforlük öğrenmeye çalışıyorum şimdilerde.. bursa'da trafiğe çıkmayın bir müddet :)
koca bir yıl akıp geçmiş, aklımda bunlar kalmış. hayatı hep dolu dolu yaşamaya çalışıyorum ve sanırım 2012 senesinde bunu %100 olmasa da en azından kendimden memnun olacak derecede başarmış hissediyorum. darısı 2013'ün başına...
bu yıl isteyip de istediğim sıklıkta yapamadığım şeyler ise okumak, blogda yazmak ve film izlemek oldu. normalde yeni çıkan filmleri takip etmeye ve izlemeye çalışırdım oysa ki... film ekimine de gidemedim bu sene bursa'da olduğum için... :(
şimdi... geriye kalan 7 hafta için bir plan yaptım:
aşağıdaki kitapları okumak + bu yılın festival filmlerini araştırıp iyi olanları izlemeye çalışmak...
sanırım erken bir yıl kapanış yazısı oldu...
şimdi çin usulu tavuk yapmak üzere mutfağa yollanıyorum. güzel bir pazar geçirmeniz dileği ile...

2012'de okunacak son kitaplar

çıplak deniz çıplak ada - bir ada hikayesi 4

Yaşar Kemal




masa kaloriferin önüne kuruldu; laptop açıldı, kahve yapıldı ve içimde yazma isteği belirdi. uzun süre sonraki bu ilk yazımda Yaşar Kemal ustamızı anayım istedim.
ilki '98 yılında yayınlanmış olan dörtlemenin son kitabını senelerdir büyük bir heyecan ile bekliyordum. hatta bazı zamanlar - Allah gecinden versin- son kitabı bitiremeden hayata gözlerini yumarsa diye çok korktuğum oldu. ara ara dördüncü ve son kitabın yayınlanmayacağına dair söylentiler çıktı vs... ama nihayet ekim ayında kitap ile buluşmak nasip oldu. bursa korupark d&r'a geldiğinin ilk günü hemen satın aldı ve bir çırpıda okudum...
ilk üç kitabı okuyalı seneler olduğundan, "acaba önce onları bir daha mı okusam?" diye düşünmedim değil ama o kadar sabırsızlanıyordum ki (ve de ilk üç kitap istanbul'daki evde olduğundan)bekleyemedim. aynı korkuyu taşıyanlar hiç endişelenmesin, usta bize yer yer kim kimdi incelikle hatırlatıyor zaten.
dili, anlatımı, betimlemeleri... ne söylenebilir ki hakkında. zaten tüm dünya karşısında eğilmiş. her romanında sıkça bahsettiği o sofralar, o nar ekişileri, o gün doğmadan toplanan kabak çiçekleri ile yapılan kabak çiçeği dolmaları... bir kere olsun yemeden ölürsem gözüm açık gider...
Yaşar Kemal'e romancı demek bence eksik kalır... sırf bu dörtlemesini ele alırsak toplamda yaklaşık (328+520+450+272=) 1570sayfalık anlatımı ile o bence tüm yüzyıla mal olmuş bir destan yazarıdır. Allah uzun ömürler versin.

---spoiler---
bu son kitap öncekilerden oldukça kısa ve sanırım geçmiş yıllarda o kadar çok bekledik ki, ilk üç kitabı kafamızda iyice efsaneleştirip son kitaptan beklentimizi aşırı yükselttik. ya da belki bu güzel ada hikayesinin hiç bitmemesini istediğimden olsa gerek, kitabın sonu çok çabuk geliverdi. kitap boyu ve hatta ilk üç kitap boyunca sabırsızlık içerisinde beklediğimiz mutlu son sahneleri o kadar kısa tutmuş ki Yaşar Usta... oysa ki o güzel kalemi ile bizi biraz daha mest etse olmaz mıydı...? melek hatun'un bohçasını alıp gelip ağa efendi'nin eşiğine oturduğu sahne örneğin, poyrazın düğünü; ya da lena ananın oğullarına kavuşması... dört kitabı birbiri ardına okuyacak olsak; bence ilk üç kitap o kadar ön plana çıkar ki, öylesine güzel betimler ki çünkü usta tüm hasretleri, tüm dertleri ve heyecanları... bunların artık sonuçlandığı, tüm düğümlerin çözüldüğü bu son kitap ilk üçünün biraz gerisinde kalır bence...
---spoiler---

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...