25 Nisan 2012 Çarşamba

Hysteria (2011) - biraz arsız bir komedi


Hysteria (2011)

İstanbul Uluslararası Film Festivali'nin hiçbir filmini ayağım kırık olduğu için sinemada izleme fırsatı yakalayamadım ama bu demek değildi ki; programa göz atmadım. Hysteria, komedi filmleri arasından hemen dikkatimi çekti ve ne yapıp edip bir yerlerden bulup izledim (ancak İngilizce altyazı ile).

Dr. Robert Dalrymple (Jonathan Pryce) göre İngiliz kadınlarının %75'i histeri hastalığından muzdariptir ve o bunun fizyolojik bir rahatsızlık olduğuna inanmaktadır. Sorunlu yüzlerce kadın hasta ise onun bu fikrini doğrularcasına muayenehanesinde kuyruk olmaktadırlar ve doktorun bu rahatsızlığın giderilmesinde uyguladığı kendine has tedavi yönteminden (!) oldukça hoşnutlardır. Günlerden bir gün iş aramakta olan genç Dr. Mortimer Granville'ın yolu, yetiştirmek üzere bir doktor arayan yaşlı doktor Dalrymple'ın muayenehanesine düşer. Mortimer işe alınır ve tecrübeli doktor Dalrymple'den bu hassas (!) tedavinin inceliklerini öğrenmeye başlar. Doktorun yumuşakbaşlı kızı Emily ile arasında gelişen romantizm ile devam eden hikaye, kankasının elektriğe olan aşırı merakı sayesinde vibratörü icat etmelerine kadar gider.
Paralel koldan ise doktorun dikbaşlı ama yardımsever büyük kızı Charlotte Dalrymple'ın babası ile olan kavgalarını ve genç doktor Robert ile olan diyaloglarını izleriz.

Filmde bir de hizmetçi rolü ile karşımıza çıkan Molly the Lolly var ki benim en beğendiğim karakterlerden biri oldu açıkçası.

Film son ana kadar güldürmeyi başarıyor. Ekranda cast aktığı esnada geçmişten günümüze vibratör modelleri gösteriliyor. 2000li yılları heyecanla beklerken gelen görüntüye koptum açıkçası.

Ustaca işlenmiş; üzerinde düşünüldüğü belli olan senaryosu ile bence oldukça izlenesi bir film.



22 Nisan 2012 Pazar

Aşk Üzerine - Alain de Botton

Sel Yayınları
Uzun süredir merak ettiğim bir yazar ve televizyon yapımcısı olan Alain de Botton ile Aşk Üzerine isimli roman-aşk üzerine felsefi ve psikolojik bir analiz tadındaki kitabı sayesinde tanıştım. Kitabı Kasım ayında okumaya başlamıştım, geçtiğimiz aylar içerisindeki iş ve şehir değiştirme telaşesinden ancak bugün bitirdim. Kolay beğenen biri değilimdir ama bu kitaba oldukça başarılı buldum (hatta bayıldım). Kitap boyunca birçok yerin altını çizmekten helak oldum, bunların bazılarını aşağıda paylaşacağım. En güzellerini seçememiş olma korkusu yaşıyorum şu an hatta :) O yüzden ilginizi çeken bir türse bence alıp kendiniz için mutlaka okuyun.

Botton, yirmidört bölümden oluşan ve Chloe ile anlatıcının (eğer gözümden kaçmadıysa anlatıcının ismi kitapta yer almıyor) aşk ilişkisi üzerinden, ortaya çıkışından başlayıp, tüm evreleri ile aşkı ve aşığın psikolojisini irdeliyor; çoğumuza oldukça tanıdık gelecek duyguları, durumları ve sorunları yazıya döküp analiz ediyor ve (şahsen bana) birkaç satırda bir "evet, hakikaten de böyle oluyor; ne kadar güzel ifade etmiş, süper tanım, adam dahi beyler" dedirtiyor.

Benim okuduğum basımı Sel Yayınları'ndan çıkmış ama sanırım basım hakları önceden Yapı Kredi Yayınları'ndaymış. Sel Yayıncılık baskısını Ahu Antmen çevirmiş ki ben bu -hiç de kolay olmadığını düşündüğüm- çeviri karşısında şapka çıkarttım. Kendisini tebrik ederim. Umarım diğer kitapları da o çevirmiştir. Bununla birlikte kitabın kapak tasarımını pek beğenmedim, bence Alain de Botton'u ve kitabın içeriği konusunda doğru bir izlenim oluşturmamış. Bu kitap hakkında hiçbir fikrim olmadan rafta görsem, bende sıradan bir roman izlenimi yaratırdı ve belki satın almayabilirdim.
Artık Alain de Botton'un diğer kitaplarını sırayla okumak bana farz oldu.

s.20:
"Her aşık oluş (Oscar Wild'a kulak verecek olursak) umudun kendini bilmişliğe karşı zaferidir.
kendimizde gördüklerimizi, onda görmemeyi umarak aşık oluruz-yani korkaklıklarımızı, zayıflıklarımızı, tembelliğimizi, sahtekarlıklarımızı, verdiğimiz ödünleri ve aşırı aptallıklarımızı. Sanırız ki seçtiğimiz kişinin çevresine aşk kordonunu sarınca içindeki tüm hatalardan arınacak ve tabii sevilesi olacak. Kendimizde göremediğimiz mükemmelliği buluruz ötekinde ve aşk yoluyla onunla birleşerek, (öyle olmayacağını bile bile) insanoğluna olan şüpheli inancımızı korumaya çalışırız."


s.47:
"Düşünceye seksten daha zıt az şey bulunur. Gövdenin ürünüdür seks, düşünceyi dışlar,
Diyonizyak'tır, anlıktır, aklın bağlarından bir kaçıştır, fiziksel arzunun haz dolu çözülüşüdür. Bunun yanında düşünce, bir tür hastalık, düzen kurmak için duyulan patolojik bir dürtü, kendini akıntıya bırakamayan aklın melankolik zaafının
simgesi olabilir ancak. Seks sırasında düşünüyor olmam, cinsel birleşmeye ilişkin
temel yasayı ihlal ettiğim anlamına geliyordu, bu alanı bile kendi halinde
algılayacak beceriden yoksun olduğum için suçlu sayılırdım. Ama başka seçeneğim
var mıydı ki?"

s.51
"İnsanlarda, başka hiçbir canlıda olmayan ikiye bölünme yeteneği vardır, hem davranabilir hem de bu davranışları dışarıdan izleyebilirler - düşünce işte bu ayrımdan doğar. Ancak insanın kendisinin aşırı farkında olmasından kaynaklanan hastalık da
izleyen ile izlenenin bir türlü birleşmemesinden, yani bir hareketi yaparken o hareketi yaptığını unutamamatan doğar. (...) Rahat insanlar, kendi halini fazlasıyla düşünenler kıyasla ne kadar şanslıdırlar, özne/nesne ayrımını düşünmedikleri gibi, sürekli bir aynanın varlığını da kendilerini sorgulayan bir üçüncü gözün (o an Chloe'nin kulak memesini öpen) temel benliği sürekli gözlediğini, değerlendirdiğini ya da salt baktığını hissetmezler."
s.155:
"Dr. Saavedra, İngiliz Tıp Birliği'nce dağ hastalığına benzeyen ve mutluluk
tehdidiyle ani bir korku şeklinde beliren bir hastalık olarak tanımlanan anhedonia
teşhisi koymuştu. İspanya bölgesinde, pastoral çevreyle yüzleşince dünyevi
mutluluğun belki de çok uzaklarında olmadığı gerçeğini aniden farke eden ama
böyle bir olasılığa karşı şiddetli bir fizyolojik tepkinin ağırlığına düşen
turistler arasında sıkça görülen bir hastalıktı bu."

s.165:

"(...) Herşeyimi yitirsem de sevilmek arzum budur:"Ben"den başka bir şey kalmasın
geriye, ki bu gizemli "ben" benliğin en zayıf, en kırılgan noktasıdır. Yanında
zayıf davranabileceğim kadar seviyor musun beni? Herkes gücü sever, ama
Sen beni zaaflarımla seviyor musun? Asıl sınav budur. Yitirebileceğim her şeyden
arınmış olsam, yalnızca ömür boyu sahip olacağım şeyler için sever misin beni?"


s. 197:

"Peki ben neyle lanetlenmiştim? Modern toplumlarda insanın başına gelebilecek en
büyük talihsizlik olarak değerlendirilen, mutlu ilişkiler kurma engeliyle. (...)
...sonunda psikanalizde buna tekerrür takıntısı dendiğini öğrendim:
    ... bilinçaltından kaynaklanan, engel olunamaz bir süreç. Davranışlarının
    sonucu olarak özne kendisini bile bile belli üzücü durumlara düşürür ve
    böylece eski bir deneyimi tekrarlar, ama kendisi bu prototipin farkında
    değildir; aksine, durumun bütünüyle o anın koşulları nedeniyle oluştuğuna
    vargücüyle inanır.
"

14 Nisan 2012 Cumartesi

blogumu çok özledim

bir yıldır yazamadım ama artık inşallah yakın zamanda geri dönüyorum... yeni bir şehirde yeni başladığım hayatımı biraz yoluna koyar koymaz inşallah buralarda olmayı istiyorum. şu bileğimdeki alçı haftaya bir çıksın da :) blogda biraz değişiklikler yaptım, umarım hoş olmuştur. piktobet uzun zaman önce "artık bir header yap" demişti, onun tavsiyesine uydum. umarım hoş olmuştur.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...