23 Ocak 2011 Pazar

rahatlayamıyorum

hayatın bana davranma şeklinden dolayı kontrol manyağı, kaygı dolu, ayaklı mantık bir insan oldum.
en son ne zaman şöyle aklımda hiçbir endişe olmaksızın ve şu stresten kasılmış omuzlarım gevşemiş bir şekilde rahatladım?
inan düşündüm bulamadım. ben canımın istediğini hiç yapamadım.


şurada stresle başaçıkmanın yolları var diyolağğ.

The Notebook

benim bu aralar ya psikolojik sorunlarım var ya da yaşlanıyorum. izlediğim her duygusal filmden sonra hüngür şakır ağlamamın sebebini bunlardan biri gibi geliyor. (yalnızlık değildir canım , yok yok)
The Notebook'u dün gece izleyip bir güzel şöyle hıçkırarak ağlayıp yattım, sabah kalktığımda Guinness'ten gözlemci çağırmış olsaydım "dünyanın en şiş gözlerle uyanan kişisi" rekoru ile kitapta yerimi almıştım kesin.
filmde onyedi yaşında zengin bir ailenin kızı olan Allie ile ona deliler gibi vurulup aşkını kazanmaya çalışan taşralı çocuğun hikayesini izliyoruz. yönetmen sınıf ayrılığının aşk üzerindeki etkilerini işleyedursun, biz arka planda bu harika aşk hikayesinin tadını çıkarıyoruz. filmin sonunu filmin ortalarında öğreniyoruz ama bu hiç de rahatsız edici olmuyor zira film bize aslında ikincil bir sonu merak ettiriyor.
son sahnesine değin incelikle işlenmiş bir baş yapıt. mutlaka izleyin derim. erkeklerin de sıkılmadan izleyeceği bir film olduğunu düşünüyorum. Allie rolünü canlandıran Rachel McAdams film çekilirken yirmi yedi yaşındaymış ama bence on yedilik esaskız rolünün altından başarıyla kalkmış, hatta oyunculuk kariyerinin zirvesi bence bu filmdir. erkek olsam ben o şahane gülümsemesine aşık olurdum.

bal-süt-yumurta üçlemesi


Çekiliş sırası Yumurta, Süt, Bal şeklinde de olsa, sanırım 60. Berlin Film Festivali’nde hem ‘Altın Ayı’yı, hem de Bağımsız jüri birincilik ödülüne ve 17. Uluslararası Altın Koza Film Festivali'nde en iyi film ödülüne layk görüldüğünden olsa gerek ilk Bal'dan haberdar oldum ve Semih Kaplanoğlu'nun bu üçlemesini ben ters sıradan izledim. Bir anlamda birbirinin devamı olan bu üçlemenin bence de en iyi filmi gerçekten Bal olmuş. Bir filmden yıllardır bu kadar etkilendiğimi hatırlamıyorum.
Bal'da Karadeniz'de başlayan arıcı bir baba, anne ve yumuşak başlı dünya tatlısı küçük oğul Yusuf'tan müteşekkil çekirdek ailenin hikayesi, Süt'te ergen Yusuf ile (yanılmıyorsam) Tire'de devam edip, Yumurta'da bu sefer Nejat İşler'in canlandırdığı -bence- otuzlu yaşlardaki Yusuf'un etrafında dönen olaylar ile son buluyor. Gösterime giriş sırası göz önüne alındığında, Yumurta ile başlayan merakımız, Süt'le devam edip, Bal ile anlamlanıyor. Bununla birlikte tüm sorulara cevap alabildiğimi ve karakterlerin iç dünyalarını tamamen anlayabildiğimi söyleyemeceğim. Süt ve Yumurta'da beni yer yer sıkan uzunluktaki sahneler, nedense Bal'da da var olmasına karşın rahatsızlık verici değildi, ustalıkla filme yedirilmişti bence. Hatta hiçbir şey olmuyor gibi gözüken ama aslında beni iliklerime kadar dramla dolduran o durağan sahnelerde ekrana bakarken, kendi iç dünyama doğru bir seyahete çıktığımı hatırlıyorum.
Bal beni gerçekten derinden sarstı. Yine ve yeniden hayattaki kaygılarımın ne kadar boş ve anlamsız olduğunu fark etmemi sağladı. Bir kere daha, basitilikteki huzuru yaşayabileceğim bir orman evinde/bir sahil kasabasında yaşama hayalimi körükledi. Nasıl hayatlar ve nasıl dünyalar var... keşke bunu her an kendime hatırlatabilsem.
Süt'ü ve Yumurta'yı izleyip izlememek size kalmış ama Bal'ı kaçırmayın derim. Küçük Yusuf'u (Bora Altaş) sizin de benim kadar seveceğinize eminim. Bir de röportaj vermiş :)  buradan izlenebilir.

hamiş: 83. Oscar Ödülleri'nde 'En İyi Yabancı Film' dalında ön elemeyi geçen dokuz film belli olmuş, aday adayı 'Bal' bu dokuz film arasına kalamış. Pis jüri.
ikinci hamiş: Süt'te genç bir oyuncu karşımıza çıkıyor. Aksanından dolayı "acaba Almancı falan mı bu çocuk yahu? diye düşünmüştüm ama değilmiş. Şuradan kendisi ile yapılmış bir röportaja ulaşabilirsiniz. Hatta İspanya'dan ödüllüymüş.

21 Ocak 2011 Cuma

intiharın genel provası

serhat kılıç'a karşı duygular biriktirdiğimden henüz görmediğim ama şahane olduğundan zerre şüphe duymadığım intiharın genel provası adlı bir oyunun varlığından sizleri haberdar edeyim dedim.  üsküdar kerem yılmazer sahnesi'nde şu kadro tarafından bekleniyorsunuz: BENNU YILDIRIMLAR, BORA SEÇKIN, İBRAHIM CAN ve tabii ki SERHAT KILIÇ.


Tanıtım yazısından: [Her şeyini kaybetmiş olan mutsuz bir adam, Tuna köprüsüne gelerek intihar etmek ister. Adam tam atlamak üzereyken, birtakım insanlar tarafından durdurulur ve yeni bir hayata başlayacağı için sevinir. Yapacağı iş görüşmesiyle hayatı kurtulacak, bütün borçlarını ödeyecektir. Fakat bir süre sonra kendisine bir 'oyun' oynandığını anladığında, iş işten geçmiştir. Tekrar intihar etmek üzere köprüye gelir. İlk anda, `hayatta daha kötüsü ne olabilir'? diye düşünürken, akıl almaz olaylar yaşamış, bu kez ruhunu da kaybetmiştir.]

kultursanat.org



A.Ş. oluşundan her ne rahatsız da olsam, sıklıkla güzel etkinliklere rastlayabileceğiniz İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş.'yi hatırlatmak isterim.
Aylık bültenlerinin kapaklarındaki ilüstrasyonları çok beğeniyorum, özenle hazırlandığı hissiyatı veriyor bana. Ocak ayında nerede ne görebilirsiniz diye merak ediyorsanız  buradan buyurunuz.

16 Ocak 2011 Pazar

birkaç İstanbul müzesi hakkında

İsmet Berkan Hürriyet'teki dünkü yazısında İstanbul'daki birkaç müzeden bahsetmiş. Açılış saatleri ve giriş ücretlerini merak ettiğimden küçük bir araştırma yaptım:

Pera Müzesi Frida Kahlo ve Diego Rivera Sergisi'nden 23 Aralık 2010 - 20 Mart 2011


Ziyaret SaatleriSalı - Cumartesi  10.00 - 19.00
Pazar                 12.00 - 18.00
Müze Pazartesi günleri kapalıdır.

Ücretsiz: Pera Müzesi Dostları, Genç Çarşamba (öğrenciler), engelliler ve her engelliye refakat eden bir kişi, 12 yaş ve altı çocuklar, ICOM kart sahipleri ve basın mensupları.

Uzun Cuma
Pera Müzesi her Cuma saat 20:30'a kadar ziyaretçilere açık.

Özel Günler
Müze, Şeker ve Kurban bayramlarının birinci günüyle yılbaşı tatilinde kapalıdır.


Giriş Ücretleri


Tam: 10 TL
İndirimli: 5 TL (12 yaş üstü öğrenciler, öğretim görevlileri, 60 yaş ve üstü)

Grup: 7 TL (10 kişi ve üstü)


------------------------------------------------------------------------------------------------------------

İstanbul Modern Sanat Müzesi - Meclis-i Mebusan Cad. Liman İşletmeleri Sahası Antrepo No: 4, Karaköy


ZİYARET SAATLERİ
Salı – Pazar: 10.00-18.00
Perşembe: 10.00-20.00
Pazartesi Kapalı,  Her Perşembe ücretsiz.

İstanbul Modern Sanat Müzesi, her yılın 1 Ocak günlerinde ve dinî bayramların ilk günlerinde kapalıdır.

MÜZE OLANAKLARI
• Müzenin tüm etkinliklerine tekerlekli sandalye ile ulaşılabilmektedir.

• 6 ay – 4 yaş arası çocuk sahibi ziyaretçilerimiz, Grupbaby tarafından müzemize hediye edilen Quinny marka bebek arabalarını ücretsiz olarak kullanabilir.

• Bebek arabalarını ödünç almak için ziyaretçilerimizin müze biletlerini göstererek, kimliklerini üst kat vestiyere bırakmaları yeterlidir.

• Resim yapmak isteyen ziyaretçilerimiz resim taburelerini vestiyerlerden alabilir.


GİRİŞ ÜCRETİ
Yetişkinler: 12 TL
Gruplar (10 kişi ve üzeri): 10TL
Öğrenci, öğretmen, emekli ve 65 yaş üstündekiler: 6 TL
Müze üyeleri, 12 yaşından küçük çocuklar, engelli ziyaretçiler: Ücretsiz
Perşembe günleri: Ücretsiz


-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

ZİYARET SAATLERİ
Pazartesi hariç her gün 10:00-20:00
Yetişkin 7TL, indirimli 3TL 


-------------------------------------------------------------------------------------------------------------


Salı, Perşembe, Cuma, Cumartesi ve Pazar  :  10.00-18.00
Çarşamba  :  10.00-20.00
Pazartesi günleri kapalıdır.

Müze Giriş Ücretleri
Tam bilet        : 10 TL
Grup bileti ( en az 10 kişi ) : 7 TL

İndirimli bilet : 3 TL (öğrenciler, öğretmenler ve 60 yaş üzeri ziyaretçiler)

Ücretsiz Giriş:

14 yaş ve altı çocuklar
Engelliler ve bir refakatçi
Sabancı Üniversitesi akademik ve idari personeli
ICOM Kart sahipleri
Basın mensupları
------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi - Büyükdere Piyasa Cad. No: 27- 29 Sarıyer

Ziyaret Saatleri: 10.00-17.00
Kapalı Gün: Çarşamba - 1 Ocak - Dini Bayramların Birinci Günleri
Müze giriş ücretleri
Tam bilet: 7 TL
İndirimli bilet (öğrenci): 2 TL
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Rahmi M. Koç Müzesi - Hasköy Cad. No: 5

Açılış Kapanış Saatleri
Müze Salı-Pazar günleri arasında aşağıdaki saatlerde açıktır:

Salı ve Cuma Günleri
10:00 - 17:00
Cumartesi – Pazar ve Bayram Günleri
(1 Ekim - 31 Mart)
10:00-18:00
(1 Nisan - 30 Eylül)
10:00-20:00

Giriş Ücretleri
Müze
Yetişkin: 11 tl.
Öğrenci:  6 tl.
Denizaltı
Yetişkin: 6 tl.
Öğrenci:  4 tl.


Ben İstanbul'da olmadığım için gidemiyorum ama siz beni yerime de gezin. Ben de artık Mart'ta geldiğimde gitmeye çalışacağım. 



13 Ocak 2011 Perşembe

kaplumbağalar da uçar

hem hakkında yazmak istiyorum hem de yazarken dün kapıldığım dehşeti yeniden hissetmekten korkuyorum. Kaplanoğlu'nun Bal'ını izlemeyi bitirip son sahnede hıçkırıklarla ağlarken hayatımda izlediğim en dramatik film olduğunu düşünmüştüm ama dün "kaplumbağalar da uçar ('Lakposhtha hâm parvaz mikonand')"ı izleyince yanıldığımı anladım. öyle ki son film bitip de ekranda oyuncuların isimleri akmaya başladığında (sanırım Arap-Fars alfabesi ile yazılmış Kürtçe) boğazımda bir yumru ile kalakaldım. ağlayamadım bile. "bunlar gerçek değil, film sonuçta, kurmaca yani" diye kendimi avutmaya çalıştıysam da bir faydası olmadı, zira filmde geçen hikaye gerçek olmaya çok müsait. hatta biri çıkıp da bana "bunlar savaş zamanı orada gayet de yaşanmış şeyler ki" dese şaşırmam ama yaşanan bu virane çaresizliğe de inanmamak için direnirim.

sarhoş atlar zamanı'ndan tanıdığımız İranlı Kürt yönetmen Bahman Ghobadi bu filmde bizi 2003'te Amerika'nın  barış ve insanca yaşam götürmek (!) vaadiyle Irak'a girmesinden hemen önceki bir zaman dilimine götürüyor. bu girizgah size filmin başrolünde askerler, tanklar, direnişçiler ve silahlar olduğunu düşündürmesin. film, işgal esnasında Irak'ın Kürt bölgesinde Türkiye sınırına yakın bir yerdeki çocukların trajedisini konu ediniyor.

çocukların arasından herhangi birini seçip de başrol oyuncusu budur diyemeceğim zira her birini  iç parçalayıcı birer rolü üstlenmiş durumdalar ve bunun altından öylesine başarılı bir şekilde kalkmışlar ki. ana hikayenin Agrin (esaskız) ve Hengov'un (kızın abisi) etrafından döndüğünü söylemenin yanlış olmayacağı kanısındayım. tabi gönlümüze taht kuran Uydu'yu da es geçmemek gerekir. filmi izlemek isteyeceklerin hevesini kaçırmamak adına spoiler vermeden kısaca ana karakterlere değineceğim:

Uydu:  küçük yaşta koca adam olmuş, ekmek parası için köylülerin bahçelerindeki mayınları toplayan ve bu uğurda kolsuz bacaksız kalmış çocukların film boyunca peşinde koşturduğu bir nevi organizatör/abi. çocukların topladığı mayınları silah kaçakçılarına satmalarına aracı oluyor. asıl işi ise köy köy gezip çanak anten takmak ki bu lakabını nasıl  aldığını açıklıyor. küçük yaşına karşın sözü geçen, hitabet yeteneği gelişmiş bir tip. film boyunca esaskız Agrin'e olan aşkının yanısıra yufka yürekliliğini de sergilediği birçok sahne ile de karşımıza çıkıyor. on üç-on dört yaşlarında.


Agrin: hikayesinin iç yüzünü filmin ortalarına doğru öğrenince kanımızın donduğu yine on üç-on dört yaşlarında bir kız. kardeşi (ya da abisi) Hengov ve Riga bebek ile Halepçe'den kaçıp filmin geçtiği köye gelmiş. (Saddam'ın kimyasal silah kullanarak 6000 Kürt'ü öldürdüğü katliamdan kaçmış olabilirler)

Hengov: kollarını -muhtemelen- mayın çıkarırken kaybetmiş. geleceğe dair kehanetlerde bulunan esrarengiz bir çocuk.


 Pashow (onun da bir bacağı yok, koltuk değneği ile film boyunca oradan oraya koşturup Uydu'yu memnun etmeye çalışıyor) ve Shirkooh (çok ağlak ama şirin) Uydu'nun sağ kolu görevini üstlenmiş durumdalar.



Flmi izlemeye Kürtler'i, Irak'ı ve Saddam rejimini, filmin geçtiği yerleri, konuşulan dili bir an olsun unutarak başlayın. dünyanın herhangi bir yerinde belki de tam da şu anda yaşanmakta olan bir gerçekliğe tanık olur gibi izlemeye çalışın. ilk anda sanılanın aksine, çok daha evrensel başka bir boyut anlatılıyor çünkü.

şuradan sigara yanıkları blogunda yer almış bol spoilerlı bir yazıya daha ulaşabilirsiniz. künye, ödül adaylıkları ve ödülleri de sözlükten okuyalım.

hamiş: yönetmen filmi herkes görsün istiyormuş (yapılan bir röportajın yalancısıyım), paylaşılmasında bir sakınca görmüyormuş. terbiyesizlik yapıp paylaşacağım.

12 Ocak 2011 Çarşamba

filmography 2010

çılgının biri oturmuş 2010 yılı yapımı tam 270 adet filmden sahnelerle altı dakikalık bir video kolajlamış. videoyu youtube'da şimdiye kadar iki buçuk milyona yakın kişi izlemiş. filmlerin videoda görülme sırasına göre düzenlenmiş listesine buradan, videoyu nasıl yaptığını açıkladığı bir röportajına ise buradan ulaşabilirsiniz. adam harika bir iş çıkarmış.

11 Ocak 2011 Salı

hildegard knef

hildegard frieda albertine knef'in (alman aktris, şarkıcı ve yazar) akıllara yer etmiş şarkısı "in dieser stadt (bu şehirde)" ile tanışmanızı isterim (2002'de yetmiş yedi yaşında sizlere ömür). buradan da şarkıcılığını oyunculuğu ile yoğurduğu '66 ylına ait canlı bir performansı izlenebilir.

leere, bunte zigarettenschachteln
und zerknülltes butterbrotpapier
auf dem schulweg, den wir täglich machten,
seh' ich, als ob's heute wär', vor mir;
und wir klauten auf dem beet vorm bahnhof
für die mutter den geburtstagsstrauß:

in dieser stadt kenn' ich mich aus,
in dieser stadt war ich mal zuhaus;
wie sieht die stadt wohl heute aus –
in dieser stadt war ich mal zuhaus.

zwischen zwei verdunkelten laternen
stand `ne bank, mein erster, der hieß fritz
ich wollt’ gern von ihm das küssen lernen
aber seine küsse waren ein witz
morgens grübelnd hinter blinden scheiben
wusste ich nur eines – ich will raus!

in dieser stadt kenn' ich mich aus,
in dieser stadt war ich mal zuhaus;
wie sieht die stadt wohl heute aus –
in dieser stadt war ich mal zuhaus.

eines morgens stand ich dann am bahnsteig,
an dem schienenstrang zur großen welt,
und ich wusste plötzlich auf dem bahnsteig,
dass mich nichts in dieser stadt mehr hält.
heute, nach allein durchweinten nächten,
halt’ ich es vor heimweh nicht mehr aus:

in dieser stadt kenn' ich mich aus,
in dieser stadt war ich mal zuhaus;
wie sieht die stadt wohl heute aus –
in dieser stadt war ich mal zuhaus.


10 Ocak 2011 Pazartesi

serseri mayınlar


üç kalem üç kelam blogu için serseri mayınlar ile ilgili birşeyler karaladım.

ilgilenenler buradan buyursunlar.

7 Ocak 2011 Cuma

efendi kaptan

"İkisi de aradıklarına yakın şeyler bulmuştu bu ilişkide. Sonunda sakince dinlenebileceklerdi. Geçmişteki can yakıcı ilişkilerin ve yalanlara bezeli sevişmelerin yorgunluklarından arınabilirlerdi artık. Adam aradığı kadını bulduğuna inanmak istiyordu, içinde kinler barındırmayan, kalbinde büyümekte olan sevgileri, hırpalamayacak birine hediye etmek için bekleyen bir kadın ile karşı karşıyaydı.

Sezgileri aşırı güçlü bu erkeğin aksine kadın, bu ilişkide ne bulduğunu ancak çok sonraları anlayabildi. Adamın hayata karşı o akıl almaz tutkusu, yaşanılanlara yüklediği derin anlamlar, sonu hiç gelmeyecek o arayışlar ve iki insanın bir olabileceğine olan inancı  yavaş yavaş kadının hücrelerine de sindiğinde artık biliyordu.
Çok hoyrattı oysa ki başta adam, kalkanları vardı kendine doğru gelenlere karşı kullandığı. Onların arkasına gizlenirdi gizlenmesine de, ışıltısı gözlerine değin ulaşan gülümsemesini o kalkanlar bile gizlemeye yetmezdi. Gerçekte kim olduğunu görmeniz an meselesiydi, o siyah gözlerden içeri gönül gözü ile bakabilirseniz şayet . Çatılı dururdu kaşları ve güldüğü bir fotoğrafına neredeyse rastlayamazdınız. Zayıflık göstermekten nefret eden bir yanı vardı sanki ama huzur bulmak için kendisine gelenleri asla boş döndürmezdi. Yaralıydı belli ki, o da hepimiz gibi birileri tarafından boş hayallere inandırılmışve yıkıma uğratılmıştı. Ama başından geçenlerin tümünün birer istisnai talihsizlik olduğuna inanmaya da bir o kadar istekli ve hazırdı. Sizi sevebileceğini sezdiğinde, bambaşka bir hale bürünür, sakince üzerine geçirip ütüsüz gömleğini, destur isteyip yukardakinden ama pazarlık etmeksizin kaderle, ne kadar hasret varsa doldurup köprüüstüne, demir alırdı. Gönüllü bir boyun eğişle bu mavi aşka teslim olur, zamanı da başka birçok şey gibi karada bıraktığı için telaşsız ve vakur bir şekilde, isim dahi seçmeksizin seferine, yol alırdı yavaş yavaş. Size gelirdi."

4 Ocak 2011 Salı

anket sonuçları

sayfanın sağ tarafında yaklaşık elli gün önce açtığım anket yeni yıl ile birlikte son buldu. "kalan gün sayısı" resmen gözümün önünde eridi gitti. vakit çok çabuk geçiyor. katılanlara çok teşekkür ediyorum. sonuçlardan -bir kişiyi saymazsak eğer- blogun tasarımının genel olarak güzel bulunduğu sonucu çıkıyor ki bu beni çok mutlu etti. bu ilk blogum olduğu için her detayı titizlikle oluşturduğumu söyleyebilirim. tabii ki hala bazı eklemek istediğim şeyler ve eksiklikler var ama zamanla onları da hallederim diye umuyorum.

şu sıralar iki arkadaşımla beraber henüz açtığımız bir diğer blogla da biraz haşır neşirim. blogumuz oldukça yeni, daha üç günlük. insan içine çıkabilecek duruma geldiğinde siteye bir link koymayı düşünüyorum. he bir de tabi tezimle meşgulüm o da oldukça fazla vaktimi alıyor. umarım 2011 yılında da buradan güzel şeyler paylaşmaya devam edecek motivasyonu bulurum.

sevgiler.

2 Ocak 2011 Pazar

Watch Documentary

Bugün kafa dinlemek istediğim zamanlarda girip belgesel izlediğim bir siteden bahsetmek istiyorum. Watch Documentary. Sitede üç bini aşkın belgesel var, bunlar çeşitli konu başlıkları altında kategorize edilmiş. İçlerinde gerçekten güzel şeyler var. Mesela buradan Discovery Channel için Stephane Hawking ile birlikte yapılmış üç bölümlük (Bölüm 1: Aliens, Bölüm 2: Time Trave, Bölüm 3: The story of everything) belgesel serisi izlenebilir. Sitede Türkçe altyazı ne yazik ki yok. (Türkçe belgesel siteleri de var gerçi ama olur da bulamadığınız ve İngilizce dahi olsa izlemek istediğiniz birşeyler olursa diye aklınızda bulunsun)

1 Ocak 2011 Cumartesi

ntvmsnbc 2010 kitap listesi

NTVMSNBC 2010 yılının en iyi 50 kitabını seçmiş. Ne yazik ki Türkiye'de olmadığımdan bu kitaplardan çok azını okuyabildim. Okumayı sevenler için güzel bir liste olduğunu düşünüyorum. Neler kaçırmışız geçen yıl görüp telafi edebiliriz. Liste buradan görülebilir. 2011'de de bol kitaplı günler diliyorum!

sihirli dilek kutusu

21 Aralık'ta Yonca Tokbaş Hürriyet'teki köşesinde "Sihirli Dilek Kutusu" diye birşeyden bahsetmiş. 2011 yılı için bir yol haritası tadında.  Bir seri sorulardan oluşan bu listeyi, yazıyı okuduğum gün cevaplamaya karar vermiştim kendi kendime. Kısmet 2011'in ilk yazısınaymış. Kalın punto ile yazılanlar listedeki sorular, gerisi benim nacizane zırvalarım.

Kararlarınızı verdiniz mi?

Neleri geride bırakıp neleri yanınıza alacağınıza,
geride bırakacaklarım: kırgınlıklar başta olmak üzere (zaten pek yokturlar hayatımda çok şükür), tatminsizlik, daha fazlasını isteme, sürekli bir yakınma hali, yalnızlık, özlemler, stres,  kaygılar, mutsuzluk
yanıma alacaklarım: hayata dair daha fazla heyecan ve merak, iyimserlik, güzel günlere olan inanç, sevdiğim herkes ve herşey

Neleri bir daha asla yapmayacağınıza, 
(beşeriz, şaşarız ama en azından yapmamaya çalışacağım şeyler olarak ele alırsak)
şişenin dibini görmek, aç olmadığım halde yemek yemek, sigara içmek, ailemden uzağa gitmek, sevdiklerimi kırmak, asabi hal ve tavırlar.
 
Neden seneye bu zamanlarda yeni senenin eskisinden kesin çok daha iyi geldiğini düşünecek olduğunuza,
seneye bu zamanlarda çok güzel bir işim, hayallerimi gerçekleştirmek için gereken para ve vakit ile bu hayalleri gerçekleştirirken yanımda olacak kişi ile tanışmış olacağımdan seneye bu vakitler çok daha güzel olacak!

Nasıl hayatınızda hiç yapmadığınız bir şeyi artık bu sene kesin yapacağınıza,
sırtta bir çanta ve yanımda sevdicekle uzaklara gitmek, börtü böcek korkusunu yenip çadırda yatmak, su damıtıp içmek, fotoğrafçılık öğrenmek, aşçılık kursuna yazılmak (deniz mahsülleri)
 
Kimin size iyi, kimin kötü geldiğine,
çok sevgili dostlarım, ailem, iyi kalpli çalışma arkadaşlarım, kedim... kötü gelenler yok çok şükür.

Neyin sizi iyileştirip neyin hasta ettiğine,
iyi gelenler: tıpkı şu an olduğu gibi vadiden sıyrılıp gelerek suratıma vuran güneş, chopin'in noktürneleri, güzel yemekler, insanların bana sarılması, seyahat ama en çok da eve gitmek, uğur.
hasta edenler: stres, yalnızlık, hep yalnız kalma korkusu, tezimi bitiremeyeceğim korkusu, geri dönülemeyecek şeyler söylemek.
 
Hayatta en çok neyi istediğinize,
(çok iddialı bir soru bu aslında, sanki cevap vermesi kolaymış gibi gözüküyor ama durdum düşünüyorum resmen şu an)
tüm sevdiklerimle birlikte sağlıklı ve mutlu bir ömür geçirmek (oldu galiba :) )

En çok neyi yapmayı hayal ettiğinize,
tüm kaygılarımdan arınıp sadece bana yetecek kadar para ve çıkın ile,  fotoğraf makinemi alıp uzak diyarlara gidip farklı hikayelere tanık olmak. bunu 2011 de belki yine ertelemek zorunda kalabilirim ama inşallah yapabilirim.

Neden o çok istediğiniz şeyi hep ertelediğinize,
çok istediğim şey kendime ait bir arabaya sahip olmak, erteliyorum çünkü onu alabilecek kadar parayı daha yeni sahip oldum ve fakat o para daha elim kaygıların garantisi şu an. ama yapacağım, 2011 sonlarına doğru inşallah.

Neden artık bu sene o şeyi ertelemeyeceğinize,
çünkü güzel bir işe ve o arabayı alabilecek paraya sahip olacağım :)

Beden sağlığınız için, ruh sağlığınız için ne yapacağınıza,
daha sık pilates yapmak, yoga öğrenmek, meditasyona başlamak, yüzmeye gitmek, kafayı rahatlatmak.
 
Nelere tövbe ettiğinize,
insanların değiştiremeyeceğim yönleri hakkında kafa yorup onlara kızmaya.

Kimleri affedeceğinize,
babamı.

Kime sarılıp kimden ve neden sakınacağınıza,
yeni sevgilime sarılacağım, stresli ve negatif enerji yayan insanlardan köşe bucak kaçacağım.

Bu sene neleri daha çok yapmaya çalışacağınıza? (bu soruyu ben ekledim)
daha çok okumak, tiyatroya ve konsere daha sık gitmek, zihnen ve bedenen daha aktif olmak, sevdiklerime onları ne kadar çok sevdiğimi daha sık söylemek.

Karar verdiniz mi dileklerinize, hayallerinize, isteklerinize?
uzun yıllardır ilk defa aslında bu yıl başıma neler geleceği hakkında bu kadar az fikir sahibiyim. geçmiş yıllarda az çok birşeyleri öngörebilmek mümkündü, okuyorduk, okul dolayısı ile bir yere bağlı olma durumu vardı. bu yıl -eğer aniden fikrimi değiştirip doktora yapmaya başlamazsam- eğitim hayatım son buluyor. hep bir A planı
ve hatta B planı bile olan sıradan bir insan kişisi, hayatta ilk kez durmuş, aklındaki sorulara cevap umarcasına uzaklara bakıyor ama hiçbir cevap gelmiyor. kendimi bu yıl kaderin kollarına atacağım. ben gemiyi buralara kadar getirdim, elimden geleni yaptım. bundan sonrasında, nerede iş bulurum, nerede yaşarım, beni sevecek bir adam çıkagelir mi, bir yuva kurabilir miyim vs. gibi soruların cevapları hakkında en ufak bir fikrim yok. 2011 yılı kova burçlarının yılı olacakmış diyorlar, inşallah binbir zahmete katlanıp, şu an bulunduğu şekle sokabildiğim hayatımı, beni bile şaşırtacak sürprizlerle bezersin yeni yıl! senelerdir direksiyondaydım, şimdi biraz da yan koltuğa geçip sürücü koltuğunu sana teslim ediyorum. bakalım bu keyifli yolculuk nereye?
sahip olduğum herşey için şükrediyor ve Tanrı'dan bugünleri aratmamasını diliyorum.

herkese yeni yılda başta sağlık olmak üzere, -sırası ile- mutluluk, huzur, aşk ve para ile dolu neşeli günler diliyorum.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...